Bu yazı dizisini yazarken “The Evolution of Trust” oyunundan öğrendiklerim üzerinden yazacağım. ncase.me isimli bir websitesinde bu oyun. Bu sebeple dediklerim doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Ben de ulaklık yapıyorum sonuçta 🙂
9 tane madde belirleyebildim. Bazıları birbirleri ile ilişkili tabi.
1- Her daim ilk adımı iyi niyetle atmak. İnsandan ve hayattan kötünün değil iyinin geleceğini varsayarak ilk adımı atmak.
2- Yapılan ilk hatalara karşı affedici olmak. İlk hatada kinlenmemek. Sonuçta yanlış anlaşılmalar olabilir. Ancak kötü niyet ya da hata devam ederse o zaman sınırı çizmek. Kişisel iyi oluşumuzu önceliklendirmek.
3- Kazan-kazan durumlarına hizmet etmek. Emeğimizi bir tarafı kazandıran ötekine kaybettiren değil, herkese kazandıran durumlara yatırmak.
4- Kendimizi net ve anlaşılır bir biçimde ifade etmeye özen göstermek.
5- Tekrar tekrar aynı insanlarla temasta olmaya gayret göstermek. Özellikle güven duymakta zorlandığımız zamanlarda.
6- Hayali düşmanların olduğuna inanmamak. Kötü insanlar hayaletlerinden korkmamak. Herkesin bir kişi ve herkesin herkes kadar iyi ve kötü olabildiğini anımsamak.
7- Enerjimizi kayda değer şeylere harcamak. Çok faydası olmayacağını tahmin ettiğimiz şeylere değil.
8- Kazıklanmanın acısını göze alabilmek.
9- Ve unutmamalı ki “Oyunun kendisi oyuncuların ne yapacağını belirler ama aslen oyuncular da oyunu belirler.”
1- İyi niyetle adım atmak
Şimdi benim İslam bilgim çok sınırlıdır, bu yüzden de çok temkinle ağzıma alırım hatalı bir şey söylememek için, ancak birçoğumuz da çevresinde İslamiyet ile büyüdüğü için, oradan alıntı yaparak gündelik hayatla bağlantı kurmak da çok cazip görünür bana bir yandan. O yüzden yanlış bir bağlantı kurmuşsam lütfen affedin ve bileni düzeltsin isterim.
Kurmak istediğim bağlantı ise şuydu: Bir işe girişmeden önce İslam geleneğinde ne vardır? “Bismillah” denir değil mi? Arapça b’ismi-llāh بسم الله “Allah’ın adıyla” sözcüğünden alıntıdır (nisanyansozluk.com) Dileyen için etimolojik kovalamacaya yorumlarda devam ediyorum. Bismillah demek Allah’ın adıyla demek yani, anladığım. Kapıdan geçerken Allah’ın adıyla deriz. İyiliğin adıyla demek değil midir bu bir yerde de? Ben iyiliğin adıyla atıyorum adımımı, başlıyorum işime.
Başka bir açıdan bakacak olursak, aslında bu maddenin nasihatı şu şekilde: İlk defa biriyle karşılaşıyorsunuz diyelim, ilk davranışınız şu olmasın “Bu beni kesin kandırır, o kandırmadan ben onu kandırayım!” bununla adım atarsak asla güvenli ilişkiler kurmak için bize düşeni yapamaz oluruz. İlk temasta “En az benim kadar iyi niyetlidir.” diye adımımızı atmamız gerekir. (İyi niyeti süistimal konusuna 2. maddede değineceğim.)
Eğer ki kandırılmayı bekleyerek ve bu yüzden de kötü niyetle yaklaşırsak (ki sıklıkla temkinli olmak kötü niyetle yaklaşmaya sebep olabilir ince bakılırsa) o zaman karşımızdaki için deneyim nasıl olacak? Karşımdaki bana kötü niyetle yaklaşmış olacak. Birinin benimle kötü niyetle iletişime geçtiğini anladığım anda, ben de kapsayıcı değil savunmacı olurum. Kısaca biz kötü niyetle başlarsak, herkes kötü niyetle başlar.
Burada bir kısmınız için ikna edici olmayacağını görebiliyorum. Anlattıklarımı lütfen Gandhi’nin “Dünya’da görmek istediğin değişim ol.” sözünün ışığında değerlendiriniz.
2- İlk başta affedici sonra sınır çekici olmak.
İyi niyetle adım atın dedikten sonra durmuyorum ikinci adım da iyi niyetle olsun diyorum. Burada da aklıma İncil’den bir söz geldi “Sağ yanağına biri tokat atarsa ona karşılık verme, sol yanağını da ona çevir.” Burada aslında sık yapılan bir yanlış anlaşılma, akılsızlığından ötürü öteki yanağını da çevir iyice seninle kafa bulsun diye değil bu ifade. Affetmek ve şiddetsizlik ile ilgilidir. Aslında biri bize kötülük yaptığında, ona öteki yanağı çevirmek “İçindeki kötülüğü gördüm, ancak yanlış anlamış olabilirim. Belki de içindeki iyiliği göstermen için alana ihtiyacın vardır. Ben sana bu sefer de kötülük yapmayacağım. İyi olman için alan açacağım” demek oluyor.
Çünkü birinci maddeyi, ilk adımı iyi adım olarak atamayan insan, zarar görmekten korkan bir insandır. Ve zarar görmekten korkan çok kişi var. Ben gündelik hayatımda bana şüpheyle, mesafeyle, kısaca önyargıyla yaklaşan herkese sevgiyle, silahsızlıkla yaklaşmaya çalışıyorum. Bunu son 4 aydır bilinçle yapıyorumdur herhalde 😂 Ve gerçekten temaslarım çok daha rahat, çok daha huzurlu ve çok daha doyurucu geçiyor. Herkese 2 defa iyilik etme fırsatı vermeye çalışıyorum. İlkinde kötülük gelirse, beni bilmediği için. İkincisinde de kötülük gelirse?
O zaman havale ediyoruz. Benim gibi hassas biriyseniz, biri size kötü niyetle yaklaştığında “Neden insanlar kötü davranıyorlar” diye birazda nahifçe ağlamaya başlarsınız. Ama tabi siz de benim gibiyseniz, muhtelemen 2 defa değil 20 defa başkasına iyi niyetle yaklaşıyorsunuzdur. İngilizce’de “give the benefit of the doubt” diye bir ifade var, benim kusurumu çok iyi açıklar. Yakın arkadaşım Tolga fark etmemi sağlamıştı sağolsun. Şu demek “Suçu ıspatlanana kadar herkes suçsuzdur” demekle aynı yere geliyor. Eğer birinin kötü niyeti ile ilgili şüphem varsa varsayım kötü niyetli değil, iyi niyetli davranış yönünde olması “Asansörün kapısını bilerek kapatmamıştır, tutar mısın dediğimi duymamıştır” gibi.
İyi niyet varsaymaktan bahsettik. Emin olamayınca, aman ben kötü niyet okumayayım deyip insanlara iyi niyetle yaklaşmak. Bu benim hayatımın mottosu oldu herhalde. Çevremdeki insanların aksi yönde nasihatları ve itirazlarına rağmen. Çünkü ben “Dünyada olmak istediğin değişim ol” yaklaşımını benimsemiş biri olarak, iyi niyetli olmalıyım! diye bir mantık kurmuştum. Aman kurunun yanında yaş da yanmasın diyerek hareket ediyordum.
Sonunda mantık hatamı anladım.
Kötü niyetle hareket eden bir insandan bunu boynuna afişle asmasını beklemeyeceğiz herhalde. Maskeleyecek kendini elbette, şüphede bırakacak, kendini iyi niyetli, saf göstermeye de çalışacak. O zaman şüphede kalmak demek iyi niyetli bir insanı yanlış anlama ihtimaline karşı koruyucu olsa da aynı zamanda kötü niyetli bir insanın da hedefi haline gelmektir. Ben veriyorum o alıyor. Ben veriyorum, o alıyor. Ben veriyorum. O alıyor.
Bende ne oluyor? Ben tükeniyorum. Kim zenginliyor, kötü niyetli olan.
Demek ki enerjimizle, kaynaklarımızla, kötü niyetli insanların sömürüsüne kendimizi alet etmemeliyiz. Kendimize bu saygısızlığı yapmamalıyız. Sınır çekmeli ve kendimizi korumaya almalıyız. Sınırlar bizi de korur.
Ben baya art niyetli insanı iyi niyetimle beslemişim, bunu geç fark ettim ama olsun, gördüm ya iyi oldu.
Size iyi davranırım.
Bana kötü davranırsanız
yine size iyi davranırım.
Bana bir daha kötü davranırsanız
bana bir daha davranamayacağınız şekilde hayatınızdan çıkarım.
Sanırım terapistimin dediği “%100 güvenle başlıyorsun, tamam sıfır ile başlama ama %50 ile başla” derken kastettiği buydu. Anlamam 31 yılımı aldı. Bana sabırla anlatan herkese teşekkürler.
3- Kazan-kazan durumlarına hizmet etmek.
Kazan-kazan durumu nedir? Win-win durumları. Bir de “Zero-sum” durumları vardır ona da Türkçe dilinde ne deniyor bilmiyorum ama “toplamı sıfır eden” demek kelimesi kelimesine çevirisi. Manası da şudur, ya ben kazanırım sen kaybedersin, ya sen kazanırsın ben kaybederim.
Zero-sum örneği: Açım. Açsın. Ortada bir tane sandviç var. Sen yersen doyacaksın. Ben aç kalacağım. Ben yersem… Paylaşırsak, ikimiz de tam doymayacağız, ikimiz de tam aç kalmayacağız. Ama hala ikimiz de doymadığımız için bu bir kazan-kazan senaryosu değildir. Ortada biten bir şey var, kim kaparsa onun. Bu senaryolardan mümkün mertebe kaçınmamız gerekiyor.
Win-win örneği: Benim evde kedim var. Senin evinde bitkilerin var, balıkların var. Ben tatile gittiğimde sen evime uğruyorsun, kedimi seviyorsun ve ona mama veriyorsun. Böylece benim aklım arkada kalmıyor, kedim insan gördüğü için memnun, sen de onunla vakit geçirdiğin için, seni görmesine mutlu olduğunu gördüğün için memnunsun. Sen tatile gittiğinde de ben evine uğruyorum toprağı kurumuş çiçeklerini suluyorum, kurumamış olanları sulamıyorum. Balıklara söylediğin kadar yem veriyorum, daha fazlasını vermiyorum. Böylece senin aklın arkada kalmıyor. Belki ben çiçek sulamaktan, balık yemlemekten keyif almıyorum. Ama evinden uzakta, evindeki canlılara iyi bakıldığını bildiğin için rahat ettiğini bilmenin mutluluğunu yaşıyorum ben de. Kısaca burada iç içe geçmiş kazan-kazan senaryoları var. İkimizden de hiçbir şey eksilmiyor (zaman eksilebilen bir şey değil) ve ikimizin de eline güzellik geçiyor.
O zaman güvenli, güven ile, ilişkiler kurmak istiyorsak, bu kazan-kazan durumlarının avcılığını yapmalıyız. Tıpkı ben bildiğimi sana söylersem, benim bilgim eksilmez, seninki artar. Ve benim de etrafımda bilgili insanlar olur, durumu gibi. Kazan-kazan.
Gerçi şu anda bilgiyi bedava vermek bile sanki enayilikmiş gibi bir zamana geldik, o da ayrı eleştiri konusu. Kimse kimseye neden güvenmiyor, şaşmamalı.
4- Doğru ve anlaşılır ifadeler
Kendimi hep düzgün ve doğru bir biçimde ifade etmeye çalışmışımdır. Yazarken kelimelerim rastgele değildir, hatta sıklıkla geri döner etimolojisine bakarım doğru anlamı taşıyabilecek bir kelime seçmek için. Belki de bu sebeple gönderilerim okunuyor, bilmiyorum. Konuşurken de hiperaktivitem beni ele geçirmezse, kelimelerimi seçmeye çalışıyorum. Ancak bunun önemini bu oyunu oynayana kadar kavramamıştım. Benim bu çabam kendimi ifade etme ve anlaşılma isteğimden doğan sonra da başkasına iyi bir şeyi aktarabilmek için itina ettiğim bir davranışımdı.
Ancak bu konu, 2. madde ile bağlantılıymış aslında. Demiştik ya 1- insanlara iyi niyetle yaklaşalım. 2- Ayıp ederlerse bir şans daha verelim. Neden? Sebeplerinden biri “Yanlış anlamış olabiliriz.” idi değil mi (bu arada benim gibiyseniz siz de, nöroçeşitlilik yelpazesinin dışlanmış ucuna yakınsıyorsanız zaten bol bol yanlış anlamışsınızdır insanları. Mesela nükteli söz (sarcasm) anlamamak baya binlerce yanlış anlaşılmaya sebep oluyor.) O zaman yanlış anlaşılmalar güven ilişkilerinin önünde engel demek ki.
Elbette karşımızdaki bizi ne kadar anlarsa o kadar anlaşılırız vs. vs. oraya girip kurban oyununu sergilemeyeceğim burada. Bizim görevimiz (sadece biz varız zaten öteki yok, onu da 6. maddede açacağım) doğruyu konuşmak, doğruyu anlaşılır bir biçimde konuşmak.
Burası tabii ki inanılmaz açılabilecek bir başlık. Doğruyu konuşmak dediğimiz an yalan, yanlış olan, doğruyu yansıtmayan bilgi vermemek de giriyor işin içine. Başka birini yanlış yönlendirmek, kandırmak niyetiyle, kısaca kötü niyetle eksik bilgi vermek de giriyor işin içine. Ya da doğru bir bilgiyi kalabalığın arasında seyreltmek için etrafını laf kalabalığı ile boğarak, yine ötekinin anlayışını engellemeye çalışmak da giriyor işin içine (“demagoji yapma” deniyor buna yanlış anlamda kullanılsa da). Kısaca şu Amerikan filmlerindeki mahkeme sahnesi geliyor:
I swear to tell to the truth the whole truth and nothing but the truth.
Toparlayalım
1- Yalan, yanlış konuşmamak.
2- Çıkar elde etme amacıyla eksik konuşmamak.
3- Gereksiz kalabalık konuşmamak.
Bunlar doğru konuşmanın maddeleri ise, bir de bunun açık konuşmak kısmı vardı. Bu yukarıdaki 3. madde zaten açık konuşmaya da hizmet ediyor, ama sadece o yeterli değil.
Açık konuşmak konusunda en sık EN SIK yaptığımız hata “Ben söylemiyim o anlasın.”
Artık, var ya, ben benimle ilgili bir şey söylediysem, ve o anlamadıysa beni, ne demiştik, iyi niyetle hareket, ilk tepkim “Demek ki ben iyi ifade edemedim kendimi 🙌”
Çünkü ben doğru düzgün söylemezsem öteki nasıl anlasın?! Ondan böyle tanrısal bir meziyet beklemek haksızlıktır. Veya o da aynı tanrısal meziyeti benden bekleyebilir. Biri söylemeden sizin anlamanızı beklediğinde nasıl hissediyorsunuz? Ben eskiden baya sinir oluyordum. Resmen öfkeleniyordum. Sanki haberim olmayan bir sınava sokulmuşum, sınava girdiğimin de farkında değilim ve hoca kaldığımı açıklıyor 😂
Ha neden yapıyoruz bunu, işte kırılganız, reddedilmekten korkuyoruz, önemsenmeme ihtimalimize tahammül edemiyoruz vs. vs. merak ediyorsanız yorumlarda yazın sorun, ona göre bununla ilgili de yazı yazabilirim elimden geldiğince. Ama sormazsanız pas geçerim diye düşünüyorum.
Geri dönüyorum, ben söylemiyim o anlasın yapmamamız gerekiyor. Anlaşılmama ihtimalini göze alıp (buna da 8. maddede geleceğiz) kendimizi çıplaklığımızla gereğince açıklamamız lazım. Öteki türlü zaten anlaşılma ihtimalimiz yok ki. Ben kendimi anlatmazsam öteki mümkün değil anlamaz. Terapist olması lazım, terapistler de bedavaya anlamaz 😉 (espiri içerir).
E kelimelerimizi de seçmemiz gerekir bu yüzden. Rastgele kelime kullanıp sonra “Ya anla işte o anlamda mı dedim” dediğinde biri, benim içimden tekme atmak geliyor. Şaka yapmıyorum. İçimde öfkeli biri var. Lütfen doğru anlama gelen kelimeler kullanalım ki zaten güç bela anlaşıyoruz, işimiz daha da zorlaşmasın.
5- Tekrar tekrar aynı insanlarla temasta olmak
İnanır mısınız, insanlarla güven ilişkisi kuramama sebeplerimizden biri de sürekli yeni yeni kişilerle temas etmemizden kaynaklanıyormuş. Duyunca çok mantıklı.
Şimdi bir dolandırıcı düşünelim, bu kişinin iyi bir dolandırıcı olabilmesi için dolandırdığı kişilerle bir daha karşılaşmamalı, hatta dolandırdığı kişiler dolandırmak üzere olduğu kişilerle o varken hiç hiç karşılaşmamalı değil mi? Bir dolandırıcının dolandırıcı olabilmesi, dolandırıcı olduğu gerçeğinin kamu tarafından bilinmemesi ile mümkün olabilir anca. Bu sebeple de tekrar tekrar aynı kişilerle değil, yeni kişilerle karşılaşmak kötü niyetle hareket eden kişilere hizmet ediyor aslında.
Ama tabi bununla ilgili yapabileceğimiz çok fazla bir şey yok değil mi?
Taksi çağırdığımızda farklı, getir sipariş ettiğimizde farklı, binanın güvenliği farklı farklı. Bu ne yazık ki günümüzün aldığı hal biraz. O yüzden de güvensizlik hislerimizde haklı sebeplerimiz var maddesi olmuş oluyor burası bir yerde.
Bana sanıyorum 1.5-2 yıldır aynı abla geliyor. Melek abla sağolsun evimi o çekip çeviriyor aslında. Gerçekten o olmasa buzdolabında küflenmiş yemeklerle ilgili kabuslar dahi görmeye başlayabilirdim. Evimin anahtarı var, ofisimin anahtarı var. Bazen o gelmeden çıkarım evden ben döndüğümde o çıkmıştır. Bir gün de arkasından dolaşmam, çünkü o benim bildiğimden daha iyi bilir ev toparlamayı.
Ya da İsa Bey, nakliyecim. İnsanın nakliyecisi olur mu? Eğer Kardelen iseniz ve son 5 yılda 3 ev taşımış, ofisi de 4 defa taşımış biri olursanız, nakliyeciniz de olur evet. Sepetin içinde bozuk para olur, İsa Bey ya da bir elemanı sepeti getirir bana “Kalmasın ortalıkta şimdi” diye. Ya da letgo’dan büyük bir mobilya almak istediğimde (enfes çalışma masam) benim yerime gider, inceler ve “Parasına değer” diyorsa da alır getirir.
Şimdi ben bu güzel insanlarla tekrar tekrar yollarım kesişsin istemez miyim? İşte böyle tekrar eden karşılaşmaların faydası.
6- Hayali düşmanlara inanmamak
Uğur
Müthiş bir yazı olmuş. Ellerinize, düşüncelerinize, zamanınıza sağlık. Bu konuda ben de bir dönem düşünmüş ve iyi niyetle adım atmanın güvenli ilişkilerle dolu güvenli bir dünya olması için yegane yol olduğunu anlamıştım. Hatta anlaması da çok basit gelmişti lakin insanlara anlattığımda anlamadıklarını görünce korkunun sevgiye hatta mantığa nasıl da üstünlük sağladığına şaşırmıştım. Birbirimizi inanılmaz derece ve şekillerde zehirliyoruz hergün. Kendi korkularımızı başkalarına aktarabilmek için can atıyoruz. Bu yüzden bir çok yazınız gibi bu yazı da toplumun ilaç niyetiyle alması gereken yazılardan.
“Ben söylemeyeyim o anlasın” konusunu da merakla bekliyor olacağım. Hatta yorumumu hazırlamaya başladım bile.
Benim stratejim %100 olmasa da %67 e yakınsar. (15 yıl önce %80’di. Zamanla azalıyor) Mottom 2. maddedeki suçu ispatlanana kadar kısmına benziyor. Kesin ispat beklemiyorum. “Elinde aksi yönde veri olmadıkça iyi niyetle yaklaş.” Örnek vereyim. Mesela en zayıf verilerden tipi ele alabiliriz. Bir insanı tipiyle yargılamak yanlış yapmanın 101i olsa da belki burada kültürel bir kazanım vardır. Karakter görünüşle çözülemez ama tip tanımını değiştirilemez yüz hatlarından çıkarıp kıyafet, jest, yürüyüş ve mikro ifade gibi çeşitli beden dili konularını da dahil ederek genişlettiğimizde aslında elimizde bir hayli kanıt niteliği taşıyabilecek veri oluyor. Tabi kişisel tecrübeler de hataya olasılık yaratıyor (kırmızı elbiseli biri tarafından dolandırılan kişinin kırmızı elbiseli herkese nefret duyması gibi) ama yaşadığımız böylesi bir kaotik evrende gayet gözardı edilebilir bir hata payı olacaktır.
Mottomun sebebi aslında herkesin özde iyi olduğunu düşünmek istemem. (Hangi bebek art niyetli?) Her ne kadar buna da inanmasam da. (Savaş yaratıcıları da bir zamanlar bebekti ve hayır onları kötü yapan tek faktör çevresel etkenler değil) Sağlıklı bir hayat için bazen gerçek inançlarımızla çelişen kabullerimizin olması gerektiğini yeni yeni anlamaya başlıyorum. Buradaki çelişkinin içsel gerilim yaratmaması için çözüm kendimizle alakalı kapsayıcı ve kabullenici olmak. Çünkü daha güzel bir dünya istiyorsak buna mecburuz. Kişisel çıkarlarımızı korumak istiyorsak da korkunun liderliğinde aynen devam.