Sosyal Medya >
Search
Sevmek Üzerine Düşünceler

Sevmek Üzerine Düşünceler

Çok acayip bir şey sevmek. Zaman/mekan tanımıyor. Interstellar filmi hayal meyal canlanıyor zihnimde, kara deliğe girince, bir şekilde kızına duyduğu sevgi sayesinde zamanın ve mekanın ötesinden iletişim kurabiliyordu. Filmi izlediğimde, tam bir nerdgasm yaşar haldeyken “Nereden çıktı şimdi aşk, bunu atladığınız bir film yapamıyor musunuz?” diye düşünüp hoşnutsuz olmuştum. Sonra sonra düşünmeye başladım. Yoksa sevgi bir deniz feneri gibi istikameti işaretleme görevi mi görüyor? Gerçekten tek çözüm sevgi mi?

Klişelerin ne kadar anlamlı olduğunu sıklıkla gördüğüm bir evresindeyim hayatımın. “Hayırlıysa olacağına varır.”

Bu cümleyi beynimin mümkün her nöronu ile çürütmek için onları çalıştırmak(?) benim refleksif tepkim olurdu. Şimdi kendimi ağzımdan aynı cümle tatlı bir meltem gibi çıkarken buluyorum. Hele ki “Ne zaman ki ümidi kesersin, o zaman karşına çıkar.” bunu biliyordum, ama içli içli ağlarken, “Ben yalnızım ve bunu ilk defa diyorum gibi hissediyorum. Gelecekte kendimi hep yalnız hayal ediyorum ve bununla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum” derken, ümidimin tükendiğini itiraf ettiğimin farkında değildim. Ama biliyordum, o son sarmaşığa da tutunmayı bırakıp kendimi serbest bırakmam gerektiğini, içimden ses söylüyordu. 

Sevmek diyordum. Erich Fromm’dan öğrendim

“Sevgi vermektir, almak değildir.”

İki defa okudum Sevme Sanatı’nı. İlkinde sadece bu cümleyi öğrendim. İkincisinde birkaç cümle daha öğrendim. Üçüncüye okumak istediğimi, öğrenmek istediğim daha çok şey olduğunu biliyorum. Alıntı yapayım, birinci bölümünden: Sevmek Bir Sanat Mıdır?

Sevgi konusunda öğrenilmesi gereken birçok şeyin bulunduğunu pek az kişi düşünür. … Sevgi konusunda öğrenilecek bir şey olmadığı sanısını doğuran ikinci önerme de sevginin bir yeti sorunu değil, bir nesne sorunu sanılmasıdır. İnsanlar sevme’nin kolay olduğunu, asıl güçlüğün sevecek – ya da sevilecek – nesneyi bulmak olduğunu sanırlar. … Sevgi konusunda öğrenilecek bir şey olmadığı sanısını doğuran üçüncü yanlış tutum da başlangıçtaki “aşık olma” eyleminin sürekli sevme, daha doğru bir deyişle “sevgi içinde olma” durumuyla karıştırılmasıdır. … Aslında o coşkun tutku, birbiri için “deli” olma, sevginin büyüklüğüne kanıt sanılır; bu olsa olsa o kişilerin daha önce içinde bulundukları yalnızlık duygusunun büyüklüğüne kanıttır.

Erich Fromm aklıma soktu benim, sevgi vererek hissedilir, öyleyse sevmeyi, sevgi hissedebilmeyi öğrenebilmek de çok güzel olur. Herhalde zihnimde kavramlar ve aralarındaki bağlar yeterince olgunlaşmamış olacak ki, zaman aldı bunu davranışıma da yansıtabilmek. 

Ben sevmeyi önce danışanlarımla öğrendim. Yine Erich Fromm’a vereceğim sözü

Sevgi, etkin olarak başka bir insanın içine girmektir; böylece bilme isteğimiz birleşmeyle doyurulmuş olur. Bir olma eyleminde ben seni tanırım, kendimi tanırım, herkesi tanırım. … Sevgide, kendimi verme ve karşımdakini içten tanıma eyleminde, kendimi bulur, kendimi ve dolayısıyla ilişkimizi de keşfeder, insanı çözerim.

Danışanlarımı tanıma, onlara yoldaş olabilme isteğim ve çabam, görüyorum beni onları sevmeye mecbur bıraktı. Bir insanı eğer sevemiyorsam, yeterince anlamadığıma kanaat getirdim. Ne zaman takvimimde adını görünce içimin sıkıştığı, “keşke iptal olsa” dediğim bir danışanım olduğunu fark ettiysem, o zaman “Nedir benim bu kişiyi sevmeme engel? Ne konuda onu yeterince iyi anlamamış olabilirim?” sorusu ile dolaşmaya başladım zihnimin içerisinde. Böyle böyle sevme pratikleri yaptım.

Ardından da köpeklerim. Maze, Dobby ve Pinky. Nedense kedilerden o kadar öğrenemedim sevmeyi. İlk kedim Lisa, sonra da Schrödinger ve Curie. Köpeklerim sevilmeyi çok iyi biliyorlar. Evden beş dakika çıkınca dahi geri dönüşünü yıllar süren bir ayrılığın son bulması coşkusu ile karşıladıkları için, onlar tarafından bu kadar sevilirken, içimde sevgi duygusunun kabarmaması ve benden taşmaması mümkün değildi. Onların beni sevişinden ben de onları sevmeyi öğrendim. Sevgi dilini konuşmayı öğrendikçe, Türkçe’ye, İngilizce’ye de çok gerek kalmıyor. Ben çocuklarıma Türkçe konuşuyorum. Onlar Türkçe konuşamıyor. Ama anlaşıyoruz. Hatta daha iyi anlaşmaya başladık. Ben onlara sevgiyle baktıkça, anlamaya çalıştıkça, hepimize iyi geldi.

Şimdi Emre karşımda koltuğa yatmış uyuyor. Arada nefes alışverişleri güçleşiyor, gidiyorum azıcık müdahale ediyorum, yeniden engelsiz akmaya başlıyor nefesi, benim içimde bir fokurtu daha oluyor, yüzümde belli ve belirsiz olmayan bir gülümseme, yerime geçiyorum. Bu ay birbirimizin uykusunun nöbetini tutuyoruz adeta. Sen uyu ben seni kollarım. Ben uyurken, bana hazırladığın tepsiye, sallama çay çok acımasın diye koyduğun kaseye gülümseyerek tutuyorum nöbetimi.

Puding. Sıcak bir çikolatalı puding benim için sevmek. O pudingi pişirirken, kaynamaya başladığında ağır ağır yükselen hava paketleri patlar yüzeyinde güç bela. O baloncuklar ısındığının, piştiğinin habercisidir zaten. Kısmak gerekir, yoksa yanar değil mi? Kendimi yakma, tüketme, eriyip soğrulma arzuma karşı gelerek sevmeyi öğreniyorum.

“Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.” Sabahattin Ali

Erich Fromm ile bitirelim

Birlikte yaşayarak bir olmanın tersine olgun sevgi kişinin bütünlüğünü, bireyselliğini yitirmeden birleşmesidir. … Sevgide iki varlığın bir olması, gene de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri ikilemi gerçekleşir.

Related Posts